MARMARAEREĞLİSİ’NİN TARİHİ BU KİTAPLA HAYAT BULDU
Marmaraereğlisi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü aynı zamanda Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü V yapan Cem Bursalı, üzerinde yaşadıkları Antik Kent Marmaraereğlisi’nin tarihsel geçmişinde yaşamış olan medeniyetleri ve tarihe mal olmuş Büyük İskender gibi isimleri de bir hikaye, bir masal gibi kurgulayarak çocuklar üstünden anlatması sizi okunan kitabın sonuna çabucak götürüyor.
Yazılan kitap her ne kadar çocukların yaşadıkları bölge hakkında bir solukta öğreneceği tarihi bilgilere yer verse de PERİNTHOS TİYATROSU kitabının yazarı Cem Bursalı, biz yetişkinlerin de bu kitabı büyük bir zevkle okuyacağımızı unutmuş olmalı. Marmaraereğlisi Belediye Başkanı Hikmet Ata ve Başkan Yardımcılarından Sinem Özüpek ile Muharrem Şen’i böylesine önemli kültürel amaca hizmet ettikleri için katkı verenleri kutlamak gerekir.
Kitabın tamamını bir solukta okuyalım…
Cem BURSALI
27.06.2019
Ozan, hafta sonu tatilinde anne ve babası ile bir müzeye gitti. Orda gördüklerinden çok etkilenmişti. Müzede; heykeller, eski eşyalar, tabaklar, paralar gördü. Müzeden çıktıktan sonra, insanların eskiden nasıl yaşadıkları konusunda birçok soru geldi aklına. Eskiden insanlar nasıl evlerde yaşıyorlardı? Nasıl besleniyorlardır? Çocuklar okula gidiyor muydu? Bu sorularını, anne ve babasına sorsa da anne ve babası Ozan’ın birçok sorusuna net cevaplar veremedi. Ozan, bu sorularına cevap bulmalıydı. Bu sorularına cevap bulmayı okulda deneyecekti.
Pazartesi günü okulda, arkadaşları Gonca ve Cenk’e heyecanla hafta sonu müzede gördüklerini anlattı. Müzeyi gezdikten sonra, aklına takılan sorulardan bahsetti. Gonca ve Cenk, Ozan’ın aklına gelen sorulardan etkilenmişlerdi hatta farklı sorular üretmişlerdi. Gonca, eskiden çocukların hangi oyunları oynadıklarını Cenk ise eskiden de matematiğin olup olmadığını merak etmişti. Sorular çoğalmaya devam ediyordu fakat ellerinde hiç cevap yoktu. Tam bu anda, saatlerine baktılar biraz daha zaman kaybederlerse derse geç kalacaklarını fark ettiler. Koşarak sınıflarına girip sıralarına oturdular. Cenk oturduktan hemen sonra:
- Buldum! Evet buldum. Ozan, Cenk’in neyi bulduğunu neden bu kadar heyecanlandığını anlayamadı ama yine de merek etti ve sordu:
-Neyi buldun Cenk? Cenk yine heyecanlı bir şekilde anlatmaya başladı.
-Sorularımızın cevaplarını nasıl bulacağımızı buldum. Tam bu sırada Esra Öğretmen sınıfa girdi. Cenk devamını anlatamadı. Derste de anlatamazdı. Teneffüse kadar beklemeleri gerekecekti. Ozan’ın, Cenk’in fikri hakkında hiçbir tahmini yoktu. Derse dikkatini verip, teneffüse kadar beklemeliydi. Bu çok zor olacaktı ama katlanmak zorundaydı.
Esra öğretmen, sosyal bilgiler öğretmeniydi. Öğrenciler ile kısa bir sohbetten sonra bugünkü ders ile ilgili ön bilgi vermeye başladı.
-Evet çocuklar, bugünkü dersimiz; Kültür ve Miras. Bu dersimizde; bizden önce dünyada yaşamış eski insanların neler yaptıklarını, nasıl yaşadıklarını öğreneceğiz. Bu açıklamadan sonra Ozan, Cenk ve Gonca birbirlerine baktılar. Çok mutluydular ama heyecan ve şaşkınlıkları daha fazlaydı. Bu Ozan için tam anlamıyla sürpriz olmuştu. Esra öğretmen, anlatmaya devam ediyordu. Eski çağlarda insanlar, öncelikle avcı ve toplayıcı olarak yaşamlarını sürdürmüşler. Mağaralarda ve ağaç kovuklarında yaşamışlar. Ağaçlardan meyveleri toplayıp, hayvanları avlayıp beslenmişler. Sonralarında tarım devrimi gerçekleşmiş. Ekip, biçmeye ve üretmeye başlamışlar. Sonralarında, şehirler kurmaya başlamışlar. Hatta ülkemizde de bu şehirlerden bazılarının kalıntıları hala bulunmakta. Bu şehirlere biz, antik kentler diyoruz. Esra öğretmenin anlattıklarını, dikkatle dinleyen Ozan’ın merakı ve soruları gittikçe artıyordu. Esra öğretmen anlatmaya devam ediyordu.
-Ülkemizde; İzmir’de Efes, Eskişehir’de Gordion, Gaziantep’te Zeugma bir de yakın zamanda Şanlıurfa’da Göbeklitepe adında bir tapınak bulundu. Orası, dünyanın en eski antik miraslarından biri olarak adlandırılıyor. Ozan, Esra öğretmenin anlattıklarını not tutmaya çalışıyor, not tutarken aklında sorular oluşuyordu. Esra öğretmen, dersin sonlarına doğru öğrencilere birkaç soru sordu. Merak ediyor musunuz antik kentleri? Bu soruya öğrencilerin cevabı hep bir ağızdan “evet” oldu. İkinci soru ise ilk sorudan daha güzeldi. Bir antik kent görmek ister misiniz? Bu soru, tüm öğrencilerin aklını başından aldı. Islıklar, alkışlar, çığlıklar birbirine karıştı. Ozan ve sınıf arkadaşları hayret, şaşkınlık ve mutluluk içindeydi. Tam bu sırada da dersin bitiş zili çalmıştı. Ozan, çok mutluydu. Cenk ile birbirine sarılıp, zıplıyorlardı. Ozan, birden zıplamayı bırakarak; Cenk’in dersten önce söyleyemediği fikir aklına geldi.
-Cenk dersten önce sorularımı cevaplayacak bir fikrin vardı. Hadi anlat. Cenk hemen kendini toparladı ve anlatmaya başladı.
-Geçen günler bir film izlemiştim. Adı “Zaman Makinesi”. İnsanlar, bu makine ile istedikleri zamana gidiyorlardı. Ben de düşündüm ki; bizde bir zaman makinesi bulabilirsek tüm sorularımızın cevabını kendi gözlerimizle bulabiliriz. Bu fikir Ozan’ı etkilemişti fakat böyle bir makine gerçekten var olabilir miydi? Var olsa bile, nerden bulacaklardı? Ya varsa böyle bir makine? O zaman, tüm sorularının cevabını bulabilirdi. Ozan, Cenk’in bu fikrine karşılık bir yorum yaptı.
- Bence böyle bir makine olmalı. Olmasa; insanlar, çok eski zamanlardaki eski bilgileri nasıl öğrenebilirlerdi. Cenk; bu makineyi bulmalıyız. Bulduğumuzda, eski ile ilgili her şeyi öğrenebiliriz. Hemen araştırmaya başlamalıyız. Bu araştırmayı gizli tutmalıyız. İkimizden başka kimse bilmemeli. Cenk’te Ozan gibi düşünüyordu.
-Evet; haklısın, ikimizden başka kimse bilmemeli. Bu bizim gizli görevimiz olsun. Ozan ve Cenk, gizli görevlerini çok dikkatli yürütüp tüm sorularına cevap bulmayı kararlaştırdılar. Teneffüsten sonra, matematik dersine de gizli görevin düşünceleriyle girdiler. Teneffüslerde, okulun bahçesinde ki gizli yerlerine gidip konuşmalarını burada gerçekleştirme kararı aldılar. Akıllarına bir şey geldiğinde not tutacaklardı. Notlarını, sadece gizli yerde konuşacaklardı. O gün, ders bittikten sonra; son kez gizli yerlerine gittiler. Öncelikle, ailelerinden zaman makinesi ile ilgili bilgi almaya çalışacaklardı. Tabi bunu yaparken gizli görevi gizli tutacaklardı.
Ozan, okuldan eve yürürken zaman makinesini düşündü. Eve vardığında kapıyı annesi Melek Hanım açtı. Oğlunun düşünceli halini fark eden Melek Hanım:
-Oğlum hayırdır? Okul yoğundu galiba ne bu halin? Çok düşünceli ve dalgınsın. Dedi. Ozan, annesinin söylediklerini duyduktan bir süre sonra gizli görevi aklına geldi. Hemen toparlanıp, annesine cevap verdi.
- Yok anneciğim, dalgın değilim ama düşünceliyim bu gün işlediğimiz dersle ilgili aklıma bir şey takılmıştı da onu düşünüyordum. Ozan durumu iyi topladı. Daha dikkatli olmalıydı. Üstelik yalan da söyleyemezdi. Yalan söylemenin; affedilemez kötü bir alışkanlık olduğunu biliyordu. Melek Hanım, Ozan’ın cevabı karşısında meraklandı.
- Hangi dersle ilgili oğlum? Ozan, bu sorunun cevabını rahatlıkla verdi.
- Sosyal Bilgiler dersinde, kültür ve miras ünitesinde; antik kentler konusunu işledik. Sonra, öğretmenimiz bizi bir antik kente götüreceğini söyledi. Onunla ilgili düşünüyordum. Anneciğim, sence eskiden yaşayan insanlar konusunda bu kadar bilgiye nasıl ulaşılabiliyor? Melek Hanım, bu soru karşısında biraz zorlandı çünkü o da bu konu hakkında pek bilgili sayılmazdı.
- Ozancığım, bu konu hakkında ben de hiç düşünmedim. Aslında çok da bilgim yok ama bu konuda sana cevap verebilecek birini tanıyorum. Ozan, annesinin bu açıklamasını duyunca aklında yine çılgın fikirler oluştu. Annesinin bahsettiği kişi belki de zaman makinesini kullanan kişiydi. Ozan, meraklı meraklı sordu.
- Kim anne? Kim o? Bana yardımcı olacak olan kişi, kim? Ozan’ın; bu meraklı ve ısrarları soruları annesi gülümseyerek cevap verdi.
-Ozancığım, hiç değişmedin küçükken de böyleydin. Hep sorular sorardın. Hatta, deden dedektif olacak bu çocuk derdi. Ozan, annesinin bu açıklaması ile gizli görevin sorumluluğunu daha fazla hissetmeye başladı bir dedektif gibi çalışmalıydı. Küçükken bile, dedektif gibi sorular sorarmış. Melek hanım, antik kentler hakkında bilgili olan kişiyi açıklamaya başladı.
- Ozancığım, gelelim asıl soruna antik kentler hakkında bilgisi olan kişi de; deden. Bu konularda çok bilgilidir. Yarın bizi ziyarete gelecek bütün sorularını cevaplayabileceğini düşünüyorum. Hatta, bir antik kentin olduğu şehirde oturuyor şu an. Ozan, annesinin anlattıkları karşısında dedesinin zaman makinesi ile bir bağlantısı olduğunu düşünmeye başladı. Görevi konusunda önemli bir aşama kaydettiğini düşündü. Belki yarın, dedesinin zaman makinesine bile binip eski insanların yanına gidebilirdi. Bu düşünceler, Ozan’ı çok heyecanlandırdı. Cenk ile bu düşüncelerini, hemen paylaşması gerekiyordu. Annesine:
- Anneciğim, Cenkle telefonla görüşebilir miyim? Dedi. Annesi, Ozan’ın bu isteğini kabul edip; Cenk’in annesini aradı. Melek Hanım telefonu Ozan’a verip mutfağa gitti. Ozan, annesinin mutfağa gittiğine emin olduktan sonra Cenkle, kısık sesle konuşmaya başladı.
- Cenk, şimdi beni dikkatlice dinle sanırım zaman makinesini buldum. Dedemin, bir zaman makinesi var. Yarın bizi ziyarete gelecek. Cenk, Ozan’ın söyledikleri karşısında çok heyecanlandı.
- Ozan, emin misin? Dedenin, bir zaman makinesi olduğunu tahmin ediyorsun. Doğru mu anladım? Peki nerdeymiş? Nerde saklıyormuş? Nasıl kullanılıyormuş? Ozan, bu soru bombardımanı karşısında Cenk’e; biraz sakin olmasını ve görevin gizli olduğunu hatırlattı. Yarın, bu konuyu detaylı konuşmak için karar verdiler. Ertesi gün, Ozan ve Cenk okula erken geldi. Gizli yerlerinde buluştular. Zaman makinesini tartışmaya başladılar. İlk önce, Türkiye’deki antik kentlere gitmeyi planladılar. İlk olarak da Efes Antik Kenti’nde karar kıldılar. Zaman makinesi ile ilgili konuşmaktan çok, zaman makinesi ile nereye gidecekleri konusunda hayallerini konuştular. Bu sıra da zaman su gibi akıp geçmişti. Saatlerine baktıklarında, ders saatine çok kısa bir süre kaldığını fark ettiler. Hemen toparlanıp koşarak, sınıflarının yolunu tuttular. İlk Türkçe dersini işlediler. Teneffüste, gizli görev yerine koşarak gittiler. Cenk’in, dersteyken aklına zaman makinesi ile ilgili sorular geldi.
- Ozan, diyelim ki; dedenin zaman makinesi var. Peki, onu bize vermek istemezse ne yapacağız? Ozan, birazcık düşündükten sonra;
-Dedemin keyfi yerinde olduğu zamanı gözlemleyeceğim. Sonrada, zaman makinesini kullanmak için ondan izin isteyeceğim. O zaman verir. İşte o zaman, tarihin bütün bilgilerini öğrenebiliriz. Cenk, Ozan’ın anlattıklarını onaylar şekilde kafasını sallıyordu. Cenk ve Ozan yine hayallere dalmışlardı ki. Cenk’in sesi ile o hayallerden çıktılar.
- Az daha unutuyordum. Bu gün, Yusuf’un doğum günü kutlaması var. Okuldan sonra, Yusuf ve ailesinin evinde kutlama olacak. Hatırladın mı? Ozan’da bir anda hatırladı;
-Haklısın, Cenk bu zaman makinesi aklımızı başımızdan aldı. (saatine bakarak) Farkında mısın Cenk? Artık zaman ne kadar çabuk geçiyor. Hadi, derse geç kalmayalım; gizli göreve sadık kalalım. Koşarak yine sınıflarına gittiler. Bu ders matematikti. Dersin konusunun ise zaman ölçme olduğunu öğrenen Ozan ve Cenk birbirlerine baktılar. Bu ders, zaman makinesini kullanırken işlerine yarayabilirdi. Ders devam ettikçe yıl, ay, gün, saat, dakika, saniye arasındaki farkların nasıl hesaplandığını ve birlerine nasıl çevrildiğini öğrendiler. Bu, gizli görev için çok önemliydi. Günümüzden ne kadar süre geçmişe gideceklerini hesaplamak için, tam aradıkları şeydi. Teneffüsten sonra, gizli yerlerine gidip bu hesapları nasıl kullanacakları üzerine konuştular. Ozan konuşmaya başladı.
- Cenk, bizim bu hesapları kullanabilmemiz için gideceğimiz antik kentlerin; var oldukları zamanları öğrenmeliyiz. Bunun için de araştırma yapmalıyız. Kimseye soramayız, çünkü gizli görevimiz açığa çıkabilir. Cenk, Ozan’ı dikkatle dinledikten sonra cevap verdi.
- Evet, Ozan haklısın; internetten yararlanabiliriz. Önce, hangi antik kentlere gideceğimizi planlamalı ve onların hangi tarihlerde var olduklarını bulmalıyız. Şimdiki dersimiz sosyal bilgiler, Esra Öğretmen antik kentleri anlatmaya devam edecek. Ondan öğrenebildiğimiz kadar bilgi öğrenmeliyiz. Bu arada, akşam dedenle konuşman gereken konuları da not almalıyız. Hatta, aklıma bir şey geldi. Dedenle bir röportaj yap. Hem böylelikle gizli görevimizi de tehlikeye atmayız. Hazırladığımız soruları sorarsın. Ne dersin? Ozan, Cenk’in bu fikrini çok beğendi. Harika bir plan kurulabilirdi bu fikirle.
- Bu, harika bir fikir bence hemen bir plana dökelim bu fikri ve bir isim verelim. (ikisi de bir süre düşünür.) Buldum “Gizli Görev 1” olsun bu planın adı. Olur mu? Cenk, gülümseyerek cevap verdi.
-Bence harika bir isim. Ozan, planı anlatmaya başladı.
-Sosyal Bilgiler dersinden sonra ki teneffüslerde soruları hazırlarız. Doğum günü kutlamasından sonra, bize birlikte gideriz. Annemin telefonunu alıp sen, kamerasıyla çekim yaparken bende soruları sorarım; böylece cevaplarda elimizde kayıtlı olur. Mikrofon olarak da annemim saç fırçasını kullanırız. Ozan, planı anlatırken çok heyecanlandı. Saç fırçası fikri, biraz garip olmuştu ama çokta üstünde durmamışlardı. Cenk bu planı beğendi. Ozan’a elini uzatarak tokalaştılar. Sonrada sarıldılar. Sarılmaları bittikten sonra Cenk konuştu.
- Gizli görevinde başarılar dilerim Ozan arkadaş. Ozan, Cenk’in söylediklerinden çok etkilendi ve oda Cenk’e başarılar diledi. Koşarak sınıfa gittiler, sosyal bilgiler dersi vardı. Esra Öğretmen, sınıfa girer girmez öğrencilerle selamlaştı.
- Nasılsınız çocuklar? (Öğrenciler hep birlikte “iyiyiz öğretmenim” diye bağırdı.) Evet, bu gün yine Kültür ve Miras dersine devam edeceğiz. En son ülkemizde ki antik kentlerden bahsetmiştik. Antik kentlerde de bu gün bizimde kentlerimizde bulunan; Pazar, kütüphane, stadyum, hamam, idari binalar, mezarlık, cami, kilise gibi yapılar antik kentlerde de mevcutmuş. Bazıları aynı isimle kullanılırken, bazılarının isimleri farklıymış. Örneğin; agora denilen pazarlar, nekropol denilen mezarlıklar varmış. Spor müsabakaları düzenlenen stadionlar (stadyum) varmış. Esra Öğretmenin anlattıklarını, Ozan ve Cenk tek tek not alıyordu. Aldıkları bu notlardan Ozan’ın dedesi için sorular hazırlayacaklardı. Esra öğretmen, anlatmaya devam ediyordu.
- Antik kentlerde yaşayan insanların da bu günkü gibi meslekleri olduğu tarihi kaynaklardan bize aktarılmıştır. (Bu cümle Ozan’ın dikkatini çekmişti. Tarihi kaynak ne olabilirdi. Ozan’a göre bunun zaman makinesinden başka bir açıklaması olamazdı.) Çiftçi, asker, yönetici, iş insanı, kuyumcu, demir ustası gibi birçok meslek varmış. Genel olarak antik kentlerde bir yaşam olduğu anlatılmaktadır. Biz de bu yaşamın kalıntılarını iki gün sonra gideceğimiz Perinthos antik kentinde görebileceğiz. Esra Öğretmen’in bu son cümlesinden sonra öğrencilerin mutlulukları bağırma, çığlık ve alkış seslerine dönüştü. Ozan ve Cenk, çok şaşkındılar ama şaşkınlıkları uzun sürmedi. Onlarda diğer öğrencilerin coşkularına katıldılar. Öğrencilerin coşkusu dindikten sonra Esra Öğretmen, açıklamalarına devam etti. Şimdi çocuklar; yarın hepinizin ailelerinize göndereceğim izin belgelerini imzalatıp getirmenizi istiyorum. Yarından sonraki gün, sabah saat 07:00 da otobüsümüze binip; Tekirdağ’ın Marmaraereğlisi ilçesine gideceğiz. Akşama kadar antik kentte gezimiz devam edecek. Akşamda tekrar İstanbul’a döneceğiz. Açıklamalar bittikten sonra ders sonu zili çaldı. Ozan ve Cenk, koşarak gizli yerlerine geldiler. Koşarak geldikleri için ikisi de soluk soluğaydı. Esra Öğretmen’in söylediği antik kentin olduğu yer olan Marmaraereğlisi, Ozan’ın dedesinin yaşadığı yerdi. Ozan, heyecanla Cenk’e anlatmaya başladı.
- Dedemde Marmaraereğlisi’nde yaşıyor. Esra Öğretmen, neden Marmaraereğlisi’ni seçti gezi için biliyor musun? Bence o da zaman makinesini biliyor, yoksa bu kadar bilgiyi nerden bilebilir? Cenk, Ozan’ın söylediklerini şaşırarak dinlemişti. Ozan’ın söylediklerinin doğru olabileceğine inanıyordu.
- Bence, deden ve Esra Öğretmen zaman makinesini birlikte kullanıyor. Ozan, bu akşam deden ile röportajın çok önemli o yüzden; çok iyi sorular hazırlamalıyız. Hadi, hemen başlayalım. 1. Soru: Antik kentler hakkında bildiklerinizi anlatır mısınız? Bu soruyla başlayalım mı? Ozan sorulardan önce, ön konuşma olmasını düşünüyordu. Kağıt ve kalemini hazırlayıp, hem konuşup hem de yazmaya başladı.
- Bence, sorulardan önce bir konuşma yapmalıyız. Röportajlarda öyle oluyor. Daha önce televizyonda izlemiştim. Mesela “Merhabalar Seçkin Bey nasılsınız? Sorusunu sorarız, sonra dedem cevap verir. Sonrasında da biraz övgü sözleri söylerim. “Bugün sizle bir röportaj gerçekleştireceğiz. Öncelikle bizi kırmayıp röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkürler.” Ozan, röportajın tüm aşamalarını not ediyordu. Hatta, dedesinin nasıl cevap vereceğini bile az çok tahmin edebiliyordu. Bence bu kadar giriş yeterli. Şimdi sorularımıza gelelim. Cenk, sabırsızlıkla bu anın gelmesi bekliyordu. Hemen, aklındaki soruları sıralamaya başladı.
- Antik kentler hakkında bildiklerinizi anlatır mısınız?
- Eski zamanlarla ilgili bu kadar bilgiyi, nerden biliyorsunuz? Ozan bu sorulardan önce dedesinin kişisel bilgilerini sormalarının daha inandırıcı olacağını düşünüyordu. Bu konuda Cenk’i durdurarak kendi fikrini anlattı.
- Bence hemen konuya girmeyelim önce, dedemi tanımaya yönelik sorular soralım. Hemen konuyla ilgili sorular sorarsak, şüphelenebilir ve zaman makinesi hakkında bize bilgi vermeyebilir. O yüzden bu yöntemi takip edelim diye düşünüyorum. Cenk, Ozan’ın bu fikrini destekledi. Yeni sorular düşündü hemen. Cenk, sorularını sıralarken Ozan’da yazmaya başladı.
-Adınız soyadınız nedir?
-Mesleğiniz nedir?
- Yaşınız kaç?
- Nerde yaşıyorsunuz?
- Hobileriniz nelerdir? Bence bu sorular giriş için yeterli. Ozan, Cenk’ e hak verdi ve diğer sorularını söylemesini istedi. Cenk yine aklındaki tüm soruları sıralamaya başladı.
- Antik kentler hakkında bildiklerinizi anlatır mısınız?
- Antik kentlerde yaşayan insanlar hangi meslekleri yaparlardı?
- Antik kentlerde yaşayan çocuklar, nasıl oyunlar oynarlardı?
- Siz, eski ile ilgili bu bilgileri nerden biliyorsunuz? Bu soruları Ozan’da çok beğenmişti. Fakat zaman makinesine ulaşabilmeleri için bu sorular yeterli değildi. Çok iyi bir soru sormaları ve bu soru, son soru olmalıydı. Kafa kafaya verip kısa bir süre düşündürler. Sonunda son soruya karar verdiler.
- Siz, hiç zaman makinesi gördünüz mü? Bu soruya Seçkin Dede’nin vereceği cevap çok önemliydi. Hayır derse bile açıklama yapmak zorunda kalacaktı. İki kafadar, belirledikleri soruları temiz kağıda geçirdiler. Yine zaman su gibi akıp geçti. Son ders olan, beden eğitimi dersine geç kaldılar. Ama öğretmenleri Ozan ve Cenk’in ilk kez geç kaldıklarını bildiği için hemen derse katılmalarını istedi. O gün, okul bittikten sonra Yusuf’un doğum günü kutlaması için Yusuf ve ailesinin yaşadıkları eve gideceklerdi. Yusuf, o gün 9’uncu yaşını bitirip; 10’uncu yaşına giriyordu. Çok eğlenceli bir kutlama oldu. Çok farklı, eğlenceli ve eğitici oyun oynadılar. Bu güzel oyunların hepsini bir palyaço oynattı. Aslında, bu neşeli palyaço Yusuf’un babasıydı. Doğum günü kutlaması bittikten sonra anlaşıldı tabi palyaçonun asıl kimliği. Yusuf’un babası Cihan Bey, bir tiyatro oyuncusuydu. Bu yüzden konuşması çok etkileyiciydi. Palyaçoluk işinde de bu kadar başarılı olması da bu yüzdendi. Ev, balonlarla süslenmişti. Yusuf’un doğum günü pastası kesildikten sonra Yusuf’un babası Cihan Bey, tüm çocukların çevresinde toplanarak hep birlikte bir çember oluşturmalarını ve bulundukları yere oturmalarını istedi. Cihan Bey’in, çok etkili ve çok güzel bir ses tonu vardı. Tüm çocuklara birazdan bir masal anlatacağını ve bu masalın konusunun gidecekleri antik kent gezisi ile alakalı olduğunu belirtti. Cihan Bey’in bu açıklaması, tüm çocukları hem çok meraklandırdı hem de çok heyecanlandırdı. Bu sırada Ozan ve Cenk birbirlerine baktılar. Çünkü onların merakı diğer çocuklarınkinden çok daha fazlaydı. Yoksa zaman makinesinden Cihan Bey’in de mi haberi vardı? “Bir varmış bir yokmuş...” diye masalına başlayan Cihan Bey; Yunan Antik kentlerinden birinde geçen bir masal anlattı. Masalı hayranlıkla dinledi bütün çocuklar. Çünkü Cihan Bey, çok iyi bir masal anlatıcısıydı. Ozan ve Cenk masaldan sonra büyülenmiş gibiydiler, bir süre konuşmadılar. Sonra, bu suskunluğu Ozan konuşarak bozdu.
- Cenk, Cihan Amca bu masalı sanki yaşamış gibi anlatmadı mı? Anlatırken, ben de kendimi anlattığı yerlerde hissettim. Ozan da Cenk’in söylediklerini onayladı, sonra ekledi.
- Cihan Amca’nın anlattıkları, kesinlikle yaşadığı bir anı olmalı. Ozan, bence Cihan Amca da zaman makinesini kullanıyor. Ne olacak şimdi onunla da mı röportaj yapacağız? Of… Üstelik hiç zamanımız yok. Cenk, Ozan’ın söylediklerine katıldı fakat hedeflerinden şaşmamaları gerektiğini söyledi. Öncelikle Seçkin Dede ile röportajlarını bitirmeleri gerekiyordu. Doğum günü kutlamasından sonra Ozan ve Cenk, Ozan ve ailesinin yaşadığı eve gittiler. Seçkin Dede ile röportaj yapıp zaman makinesine bir adım daha yaklaşmayı düşünüyorlardı. Eve çok çabuk ulaşmışlardı. Merak ve heyecan duyguları onları hızlandırmıştı. Kapıyı Ozan’ın annesi Melek Hanım açtı. Ozan ve Cenk, aceleyle ayakkabılarını çıkarırken; Ozan annesine dedesini sordu.
- Annecim, dedem nerde? Geldi mi? Salonda mı oturuyor? Melek Hanım, Ozan’ın seri sorularından sonra Ozan’a cevap verdi.
- Ozancım sakin ol deden geldi. Şu an dinleniyor. Ozan için bu cevap yeterliydi. Ayakkabılarından kurtulur kurtulmaz salona doğru koştu. Hemen arkasından Cenk koşarak Ozan’ı takip etti. Salona geldiklerinde Seçkin Dede uzanmış kitap okuyordu. Koşarak gelen Ozan “Dede dede! Çok özledim seni.” diyerek Seçkin Dede’nin kucağına zıpladı. Ozanın bu sevgisine dedesi:
- “Torunum yavaş ol yaşlı bir adamım ben.’’ Dedi gülerek. Ozan, hemen özür dileyip dedesini Cenk ile tanıştırdı. Daha önce bahsettiği röportajı nasıl yapacaklarını anlattı. Seçkin Dede Ozan’ın bu planlı çalışmasından çok etkilendiğini ve soruları da çok merak ettiğini söyledi. Ozan ve Cenk’e bakarak:
- İsterseniz hemen başlayalım. Nasıl yapalım? Ben nereye oturayım? Seçkin Dede’nin sorularına Ozan hemen cevap verdi.
- Dedecim sen bu koltuğa otur. Bende karşındaki koltuğa oturacağım. Cenk’de kamera ile çekim yapacak. Seçkin Dede kendisine gösterilen koltuğa oturdu. Ozan’da soruların eline alıp dedesinin karşısındaki koltuğa oturdu. Cenk’de kamerasını ayarladı. Üçü de son kez kontrollerini yaptıktan sonra Cenk’in “kayıt” demesinden sonra röportaj başladı. Ozan önce dedesi ile sohbet ederek konuştu. Bir süre sonrada “Artık sorularımıza başlayalım.” diyerek sorularını sormaya başladı.
- Antik kentler hakkında bildiklerinizi anlatır mısınız? Bu soru karşısında, Seçkin Dede gülümsedi ve soruyu cevaplamaya başladı.
- Antik kentler; eskiden insanların yaşadığı kentlerdi, ilk çağlardan bu yana insanların birlikte kurduğu ve yaşadığı şehirlerdir. Bu şehirlerin bir bölümü yok olsa da bir bölümü hala görülebilmektedir. Dünyanın, birçok yerinde antik kentler bulunmaktadır. Ülkemizde de yirmiden fazla antik kent bulunmaktadır. Bu antik kentlerden bazıları şunlardır: Efes, İzmir Selçuk, Ani Kars, Hattuşaş Çorum,Göbeklitepe Şanlıurfa, Milet Aydın, Knidos Muğla Datça, Çatalhöyük Çumra Konya, Zeugma Gaziantep, Olympos Antalya, Myra Antalya, Afrodisias Aydın, Xanthos Muğla, Aspendos Antalya, Phaselis Antalya, Pergamon İzmir, Aperlae Antalya, Truva Çanakkale, Assos Çanakkale, Magnesia Kütahya ve sizin gezi yapacağınız Perinthos Tekirdağ. Ozan ve Cenk, Seçkin Dede’nin tüm antik kentleri hiç şaşırmadan anlatmasından çok etkilenmişti. Ozan, sorularını kontrol ederken bir soruyu atladığını fark etti. Bu soru “Mesleğiniz nedir?” sorusu idi. Ozan hemen araya girip bu soruyu sordu.
-Mesleğiniz nedir? Seçkin Dede, Ozan’ın bu soruyu soracağını tahmin ediyormuş gibi gülümseyerek sorunun cevabını verdi:
-Ben emekli bir memurum. Yirmi beş yıl Kültür ve Turizm Bakanlığında çalıştım. Ozan, bu cevabın ardından kültürel miras dersiyle dedesinin çalıştığı kurum arasında bir bağlantı olduğunu düşünerek, hazırladığı soruların arasında olmayan farklı bir soru sordu:
-Mesleğinizin antik kentlerle ilgisi var mı? Seçkin Dede, çok düşünmeden cevap verdi.
-Tabi ki var. Birçok antik kentte bulundum. Üstelik sadece ülkemizde ki antik kentler de değil. Dünyada ki bazı antik kentleri de gezme fırsatım oldu. Bu cevap Ozan’a zaman makinesine yaklaştıklarını düşünürdü. Çünkü sadece ülkemizdekilere değil dünyadaki antik kentleri görmek zaman makinesi ile mümkün olabilirdi. Ozan bunları düşünürken bir sessizlik oldu. Sonra kendini toparlayıp sorularına devam etti.
-Antik kentlerde yaşayan insanlar hangi meslekleri yaparlardı? Seçkin Dede, bu soru karşısında biraz duraksadı. Pek beklediği bir soru değildi. Biraz düşündü ve cevap verdi.
-Birçok meslek vardı. Hatta bugün bile hala devam eden mesleklerden bile vardı. En önemli meslekler askerlik, rahiplik, çiftçilik gibi mesleklerdi. Bunun yanında bilim adamları da vardı. Pazarcılar, tüccarlar, doktorlar, gemi kaptanları, nalbantlar ve şuan aklıma gelmeyen bir sürü meslek grubu vardı.
-Antik kentlerde yaşayan çocuklar nasıl oyunlar oynarlardı? Bu soru iki kafadarın çok merak ettiği bir soruydu. Seçkin Dede, bu konuda da tüm bildiklerini anlattı.
- Bu sorunuz hakkında çok detaylı bilgim yok. Ama bildiğim kadarıyla çocuklar; o zamanlar bilgisayar, tablet, cep telefonu gibi teknolojik cihazlar olmadığından oyunlarını doğadaki bulunan malzemelerden (Ağaçtan, kemikten, topraktan, cam ve metalden yapılan hammaddesi doğada bulunan her şeyle oyuncak yapılabiliyordu.) yapıyorlarmış. Ozan bu cevap karşısında hayal kırıklığına uğramıştı. Daha fazla bilgi bulmayı bekliyordu ve farklı oyunlar olabileceğini düşünmüştü. Tekrar düşündüğünde zaman makinesi ile antik kentlere giden bir yetişkinin çocuk oyunları ile bilgi edinmesi çok gerekli değildi. Bu arada Cenk Seçkin Dede’ye bir soru sormak için izin istedi. Seçkin Dede, gülümseyerek Cenk’in sorusunu beklediğini söyledi. Cenk hemen sorusunu sordu.
- Çocuklar oyuncaklarını kendileri mi yapıyorlarmış? Seçkin Dede, yine zor bir soru ile karşılaştığının farkındaydı.
- Bakın çocuklar, size bu konuda yeterli bilgi veremediğimin farkındayım. İsterseniz ben bu konu hakkında biraz çalışıp size bilgi aktarayım. Sizde bende merakımızı bu şekilde giderelim. Ne derseniz? Çocuklar, gülümseyerek kafalarını salladılar ama akıllarından tabi ki farklı şeyler geçiyordu. Tam bu sırada Melek Hanım, yemeğin hazır olduğunu; herkesin ellerini yıkayıp sofraya gelmesini söyledi. Cenk kamerayı kapatıp Ozanla birlikte banyoya doğru yürümeye başladı. Yolda Ozan Cenk’e röportajla ilgili düşüncelerini paylaştı.
- Bence dedem; zaman makinesini kullanıp, antik kentlere gidip, çocuk oyunlarını araştıracak. Sonrada bize bilgi verecek. Başka türlü öğrenemez zaten. Cenk, Ozanla aynı düşüncedeydi. Cenk’in aklına bir soru daha gelmişti.
- Bence dedene zaman makinesini soralım. Böylelikle görevimizin ikinci aşamasına geçebiliriz. Ozan, bu fikri pek beğenmedi ama zaman makinesi ile ilgili bir soru sorulmasının iyi olacağını düşünüyordu. Bu soruyu da dolaylı olarak sormak görevi de tehlikeye atmazdı. Yemek yerken sormak, çok yerinde olabilirdi. Cenkle bir süre nasıl sorabileceklerini tasarladılar. Sonunda “Keşke bir zaman makinemiz olsa sorularımızın cevaplarını orda gözümüzle görebiliriz.” İkisi de bu şekilde sormayı uygun buldu. Ellerini yıkayıp yemek masana geçtiler. Seçkin Dede yemeklerin bitmesine yakın sordu.
- Bakıyorum bu antik kentler dersi çok hoşunuza gitmiş. Öyle olmasa bu kadar merak etmezdiniz değil mi? Cenk, bu sorunun bekledikleri fırsat olduğunu düşündü. Hemen Ozanla tasarladıkları cümleyi kullandı.
- Evet, Seçkin Dede antik kentler ve eski insanları çok merak ettik. Keşke bir zaman makinemiz olsa sorularımızın cevaplarını, orda gözümüzle görebilsek. Ozanla beraber bunu düşünmüştük. Cenk bu cümleyi kurduktan sonra Seçkin Dede çok şaşırdı. Ozan ve Cenk’in zaman makinesini biliyor olmalarına ve ne işe yaradığını bilmelerine çok şaşırmıştı. Seçkin Dede, şaşkınlığını gidermek için Cenk’e sordu:
- Siz nereden biliyorsunuz zaman makinesini?
- “Bir filmde izlemiştim, oradan biliyorum.’’ dedi Cenk. Seçkin Dede, bu cevap üzerine bir nasihat verdi.
- Çocuklar bir zaman makinesinin olmasını bende çok isterdim ama bence, zaman makinesinden se kitap okumak da bize birçok bilgiye ulaşmamız için yardım edebilir. O yüzden bence kitap okumalısınız. Cenk ve Ozan, bu cevaba pek inanmadılar. Seçkin Dede’nin zaman makinesini gizlediğini düşündüler. Yemekten sora Ozan ve Cenk, gidecekleri Perinthos antik gezisi için bir süre internetten araştırma yaptılar. Daha sonra Cenk’in evine döndü. Ozan da Cenk gittikten kısa bir süre sonra uykuya daldı. Ertesi gün, okulda bütün teneffüslerde gizli yerlerine giderek zaman makinesi ile ilgili konuştular. Seçkin Dede’nin nasihati üzerine konuştular. Kitaplarda bilgiye ulaşmak nasıl olabilirdi? Kim yazmıştı ki kitapları? Eski çağlarda kalem defter var mıydı? Yazı ne zaman bulunmuştu? Yazı bulunmadan önceki bilgilere zaman makinesi olmadan nasıl ulaşılabilirdi? Özellikle son soru, zaman makinesinin var olduğunu ve Seçkin Dede’nin onu sakladığı konusundaki kanıtlarıydı. Perinthos gezisine kadar zaman makinesi araştırmasına ara vermeyi kararlaştılar. Perinthos gezisinde de gözlem yapıp not tutarak zaman makinesi araştırmasını genişletmeyi düşündüler. Okuldan sonra, gezi için hazırlıklarını yapmak üzere evlerine gittiler. Esra Öğretmen, gezi için almaları gereken malzemeleri bir liste olarak vermişti.
Ozan eve gelince annesi ile listeyi inceledi. Ozan, annesi ile sırt çantasına koyacağı malzemeleri hazırladı. Bir süre ders çalıştıktan sonra ailecek yemeklerini yediler. Ozan, o gece zaman makinesini ve Perinthos antik kenti ile ilgili rüyalar gördü. Sabah kalktığında Cenk’e rüyasını anlatmak için sabırsızlanıyordu. Hızlı hızlı kahvaltısını yaptıktan sonra, akşamdan hazırladığı sırt çantasını alarak okulun yolunu tuttu. Okula vardığında, hemen Cenk’i aradı. Anlaşılan Cenk daha gelmemişti. Diğer arkadaşları ile sohbet ederken; Cenk’in günaydın demesini duydu. Cenk’e göz işareti yaparak kalabalığın olmadığı bir yere geçtiler. Ozan, gördüğü rüyayı Cenk’ anlatmaya başladı.
- Cenk; dün gece ikimiz birlikte zaman makinesi kullanıyorduk birçok antik kenti geziyorduk. Çok güzel bir rüyaydı. Geziden sonra zaman makinesini mutlaka bulmalıyız. Esra Öğretmen’in sesi duyuldu:
- Haydi, çocuklar toplanın! Birazdan otobüsümüz gelir. Önce hepiniz çantanızı kontrol edin, unuttuğunuz bir şey olmasın. Çocuklar kontrollerini yaparken otobüs göründü. Esra Öğretmen, daha önceden hazırladığı numaraları çocuklara dağıttı ve uyarıda bulundu.
- Size dağıttığım numara otobüsteki koltuk numarası herkes kendi numarasındaki koltuğa otursun. Tüm çocuklar otobüse yerleştikten sonra Esra Öğretmen uyarılarına devam etti. Bu uyarılar gezi boyunca dikkat edilmesi gereken kurallar hakkındaydı. Kurallar güvenlik açısından çok önemliydi ve gezi boyunca bu kurallara harfiyen uyulması gerekliydi. Kimse tek başına hareket etmeyecekti. Gruptan ayrılması gerektiğinde mutlaka bir arkadaşına bilgi verecekti. Grubu kaybederse, otobüsün başına gelecekti. Kurallar herkes tarafından anlaşıldı. Yaklaşık bir buçuk saat süren yolculuk sonunda nihayet Perhintos’a geldiler. Marmaraereğlisi’nin, sahil alanındaki otoparka otobüsleri park etti ve orada Ozan’ın dedesi Seçkin Bey onları karşıladı. Karşılarında Seçkin Dede’yi gören Ozan ve Cenk şaşkınlıktan neredeyse küçük dilini yutacaklardı. Herkes otobüsten indikten sonra Öğretmen Esra Hanım, Seçkin Dede ile selamlaştı. Öğretmen, tüm öğrencilerinin çevresinde bir çember oluşturmalarını istedi. Çocuklara gezecekleri antik kentle ilgili ön bilgi vermeye başladı.
-Evet, çocuklaröncelikle hepiniz hoş geldiniz. Tekirdağ ilinin Marmaraereğlisi ilçesindeyiz. Perhintos ve Herakleia antik kentlerinden günümüze kalan yerleri gezeceğiz. Perinthos antik kenti yaklaşık 4000 yıllık bir antik kent hatta tek antik kent değil, iki antik kentin üst üste kurulduğu bir yerdir. Diğer antik kent ise Herakleia antik kentiydi. Perinthos antik kentinde; Antik Tiyatro, bazilika, stadyum, kral yolu, kral mezarları, tonozlu yapı, ayazma, açık hava müzesi gibi birçok gezilecek yerler bulunmaktadır. Size bir soru sormak istiyorum. Biz hangi yılda yaşıyoruz? Çocuklar, bu kolay soruya hep birlikte cevap verdiler. Seçkin Dede sorularına devam etti.
-Peki, içinde bulunduğumuz yıldan yaklaşık 3000 yıl önce burada kimler yaşamış nasıl yaşamış merak ediyor musunuz? Çocuklar yine hep birlikte “evet” cevabını verdi. Seçkin Dede söze kaldığı yerden devam etti.
-Şimdi ilk olarak bazilikaya gideceğiz, bazilikanın ne olduğunu biliyor musunuz? Çocuklar daha önce çalıştıkları okudukları şeyleri anlattılar. Bazilikalar; çeşitli dönemlerde farklı amaçlar için kullanılsa da genelde ibadet yeri, idari bina ve kral sarayı olarak kullanıldığını söylediler. Ozan, otobüsten indiklerinden beri anlatılanları dinliyor bir yandan da çevreyi inceliyordu hatta bazen gördüğü farklılıkları ve kafasına takılanları not alıyordu. Cenk ise zaman makinesine bulamaya yönelik ipuçları arıyordu. Kısa bir yürüyüş sonrasında bazilikaya varmışlardı. Bazilikanın önünde, bazilika ile ilgili bilgileri anlatan panonun önünde durdular. Seçkin Dede, çocuklara panodaki resim ve bilgileri incelemelerini kafalarına takılanları sormalarını istedi. Bir süre sonra Ozan söz isteyerek dedesine sordu.
- Bu bazilika ne için kullanılmış kilise mi, kral sarayı mı? Ozan’ın bu sorusu üzerine, tüm çocuklar sanki aynı şeyi merak ediyormuş gibi Ozan’ı desteklediler. Seçkin Dede çocukların bu meraklı durumlarını görünce gülümsedi. Gülümseyerek çocukları daha da meraklandıracak bir şeyler söyledi.
- Ben de pek emin değilim bu sorunun cevabından o yüzden o dönem burada yaşan birilerine soralım. Seçkin Dede’nin bu cevabına tüm çocuklar birbirine bakmaya başladı. Bir tek Ozan sakindi. Üstelik çok meraklanmıştı. Merakını gizlemeyerek dedesine sordu.
-Ne yani, hala o dönemden bu zamana kadar yaşayan insan mı var burada? Seçkin Dede, bu soru karşısında gülümsemesini gizlemedi ve bazilikanın diğer ucuna “Alius” diye seslendi. Tüm çocuklar, bazilikanın ucundan çıkan adama hayran ve inanmayan gözlerle baktılar. Alius; roma döneminde giyilen omuzlarından ayak bileklerine kadar inen beyaz bir kumaştan yapılan bir elbise giymişti. Alius’un elinde, boyundan biraz uzun, kalın bir sopa vardı. Kafasında ise ağaç yaprak ve dallarından yapılmış bir taç bulunmaktaydı. Yavaş adımlarla çocukların bulunduğu yere geldi. Sesini düzeltmek için küçük küçük öksürdü. Sonra çocuklara seslendi.
-Perinthos ve Herakleia antik kentlerinin rahibi Alius, sizi saygıyla selamlar genç insanlar. Uzaklardan bizim uygarlığımıza ziyarete geldiniz. Merak ettiğiniz birçok soru vardır. Bugün sizin bütün sorularınızı cevaplamak için buradayım. Alius sözlerini bitirdikten sonra çocukların her biri şaşkınlıktan donup kalmışlardı. Bu şaşkınlıktan çocukları kurtarmak için Seçkin Dede ilk soruyu sordu.
-Kıymetli Alius, adınızın anlamı nedir? Seçkin Dede’nin bu sorusu işe yaramıştı çocuklar, şaşkınlıktan kurtularak aralarında konuşmaya başlamışlardı. Alius, çocukların dikkatini toplayarak yüksek sesle Seçkin Dede’nin sorusunu cevaplamaya başladı.
- Kıymetli dostlarım, adım Alius Latince bir kelimedir. Türkçe anlamı ise “başka” demektir. Başka sorunuz var mı? Çocuklar artık şaşkınlıktan kurtulmuşlardı. Sorular gelmeye başladı. İlk soruyu Cenk sordu.
-Alius Amca kaç yaşındasın? Anladığım kadarıyla; Perinthos kurulduğundan bu zamana kadar buradasın o zaman en az 2500 yaşında olmalısın. Cenk’in bu sorusu karşısında tüm çocuklar tekrar şaşırdı çünkü hiç biri daha önce 2500 yaşında bir insan görmemişlerdir. Alius ve Seçkin Dede bu soru karşısında birbirlerine bakarak gülümsedi. Alius elindeki sopayı havaya kaldırıp çocuklara seslendi:
- Perinthos ve Herakleia Bazilikası’nın rahibi Alius’un yaşını merak eden küçük insan, sana yaşımı söylemek isterdim ama bende bilmiyorum. Hem 2500 yaşında gösteriyor muyum? Dans etmeye başlayan Alius, çocukları da dansına dahil etti. Hatta Seçkin Dede ve Esra Öğretmen bile dans ediyordu. Bir süre sonra Alius, tekrar sopayı havaya kaldırarak dansı bitirdi. Sonra çocuklara:
-2500 yaşında olsam böyle dans edebilir miyim? Ben çok daha gencim. Çocuklar Alius’u çok sevmişlerdi. Dans edip gülmüşlerdi. Bu arada Gonca, Alius’a soru sormak için izin istedi. Alius, sopası ile Gonca’yı gösterip sorusunu sormasını istedi:
- Kıymetli Alius; senin zamanında burada insanlar neler yapardı? Mesela para var mıydı? Para varsa nasıl para kazanırlardı? Alius, soruyu çok beğendiğini söyleyerek bu soruların cevaplarını antik kentlerin diğer noktalarında anlatırsa daha iyi anlaşılabileceğini söyledi. Alius, Bazilika ile ilgili soru varsa sorulmasını ama başka soru varsa zamandan kaybetmemek için o soruların sonraki ziyaret noktasına bırakılmasını istedi. Ozan, söz isteyerek bazilika ile ilgili sorusu olduğunu söyledi. Alius, sopası ile Ozan’ı gösterdi.
- Kıymetli Alius, bazilikada mozaikler varmış ama burada göremedik nerdeler müzeye mi götürdüler? Alius, zaman kaybetmeden Ozan’ın sorusunu da hemen cevapladı.
-Kıymetli küçük insan, mozaikler burada ama üstleri kapalı üç kat kumla örtülü açıkta kalırsa zarar göreceği için arkeologlar tarafından korunmaya alındı. Alius soruları cevapladıktan sopasını kaldırıp sonra çocuklara seslenerek;
- Kıymetli küçük insanlar hoşça kalın benim görevim burada bitti. Beni unutmayın, antik kentleri de unutmayın. Alius el sallayarak bazilikanın diğer ucuna doğru yavaş adımlarla yürümeye başladı. Yusuf Alius’un arkasından bağırarak sordu.
-Kıymetli Alius neden bizimle gelmiyorsun? Ozan ve Cenk bu anlarda şaşkınlıktan akılları durmuştu. Zaman makinesi dışında hiçbir şey bu durumu açıklayamazdı. Seçkin Dede çocuklara seslenerek;
-Kıymetli Alius Bazilikayı terk edemez burası onun evi. Bu açıklamadan sonra tüm çocuklar hep bir ağızdan bağırdı.
-Seni hiç unutmayacağız Alius. Seçkin Dede bu hüzünlü ayrılıştan sonra çocukların dikkati çekmek için bazilikadan sonraki ziyaret yerleri için çocuklara bilgi vermeye başladı.
- Evet, bazilikadan sonraki ziyaret noktamız surlar, kral evi ve darphaneyi bir arada görebileceğimiz bir yer. Kısa bir yürüyüşten sonra, yıkıntıları kalan eski bir evin bahçe duvarlarının bağlandığı surların bulunduğu bir noktada durdular. Seçkin Dede burada tüm çocukların onu ve binaları tam olarak görebileceği yerde durarak açıklamalarına başladı.
- Çocuklar burası tarihi eser olarak çok iyi görünmese de hikayesi çok önemlidir çünkü burada Büyük İskender’in para bastırdığı yerdir. Bu surlar ise Perinthos’u yıllarca düşmanlarından koruyan surlardır. Bu açıklamanın ardından çocuklar kendi aralarında konuşmaya başladılar. Ozan parmak kaldırarak dedesine soru sormak istedi. Seçkin Dede Ozan’a sorusunu sorması için söz verdi.
-Büyük İskender’e neden büyük demişler çok mu kocaman bir insanmış? Seçkin Dede bu soru karşısında gülmüş ve hemen kendini toparlayarak cevapladı.
-Neden büyük dendiğini ben de bilmiyorum ama isteseniz kendisine sorabiliriz? Tüm çocuklar yine şaşkınlıktan ne yapacaklarını bilmez bir halde kaldılar. Bu sıra da Seçkin Dede yüksek sesle İskender’i çağırdı. Surların diğer ucundan beyaz bir at üstünde, omuzlarını, göğsünü ve sırtını kaplayan metal bir zırh, ayaklarında dizlerine kadar uzanan bir sandalet şeklinde ayakkabı, bir elinde çocukların boyunda kılıç, diğer elinde bir kalkan olan, sarışın, uzun saçlı, kısa boylu bir adam yavaş yavaş yürümeye başladı. İskender çocukların karşısına geçip kendini tanıttı.
-Ben, Makedon Kralı Megas Aleksandros (Büyük İskender). Avrupa ve Asya kıtalarının büyük bir bölümünü fetheden; Büyük Komutan Büyük İskenderim. Çocuklar, şaşkınlık ve heyecandan ağızları açık Büyük İskender’e bakıyordu. Hatta korkanlar bile oldu. Çocukların bu heyecan ve şaşkınlıkları arasında Büyük İskender kendini anlatmaya devam etti:
-Perinthos’u fethettiğimde burada kendi adıma para bastırdım. Bu paraların örnekleri, Tekirdağ Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir. Siz çocuklar, Perinthos’a hoş geldiniz. Size birkaç sorum var. Benim adımı daha önce duydunuz mu? Cenk, İskender’in bu sorusunu yanıtlamak için hemen öne doğru geldi.
- Ben duydum, Büyük İskender Hindistan’a kadar ordunla beraber gitmişsin oraları fethetmişsin değil mi? Büyük İskender’in bu cevap hoşuna gitti. Gülümseyerek Cenk’e cevap verdi:
- Gittim. Hindistan’da en unutamadığım şey kocaman fillerdi. Çocuklar şimdi sıra sizde, Büyük İskender’e sormak istediğiniz soru var mı? Ozan, sanki bu anı bekliyormuş gibi hemen öne çıkıp sorusunu sordu.
-Size neden Büyük İskender diyorlar? İskender yine gülümsedi ve tüm çocuklara seslenerek neden Büyük İskender olduğunu anlattı.
-İnsanlar, hayatları boyunca tarihe iz bıraktılar. Hocam Aristoteles büyük bir düşünürdü. Ben de büyük bir komutanım. Homeros büyük bir yazar. Sizler de tarihe iz bırakabilirseniz, isminizin önüne ‘’büyük’’ kelimesini, tarih ekleyebilir. Sizler bilim, spor, sanat ve daha birçok alanda isminizi tarihe yazdırabilirsiniz. Bunun için en başta çok çalışmanız gerekli. Mesela, Ozan çok çalışıp bundan 1000 yıl sonra “Büyük Ozan’’ olarak anılabilir. Çocuklar benim gitmem gerekli artık, ordum beni bekliyor unutmayın; büyük olmak için çok çalışmalısınız. Büyük İskender koşarak çocukların yanında uzaklaşırken; çocuklar arkasından bağırdı.
-Çok çalışacağız Büyük İskender! Büyük İskender, gözden kaybolduktan sonra Seçkin Dede çocuklara dönerek;
- Acıktınız mı çocuklar? Çocuklar hep birlikte çok acıktıklarını söyledi. Seçkin Dede yemeğe geçmeden önce; Perinthos ve Herakleia’da yaşayan insanların nasıl yemekler yediklerini, paranın nasıl kazanıldığını anlatmaya başladı.
-Bazilika’nın orda Gonca, birkaç soru sormuştu hatırlıyor musunuz? Perinthos ve Herakleia’daki insanların neler yaptıklarını neler yediklerinin, paranın olup olmadığını, para varsa nasıl kazandıkları gibi sorulardı. Hatırladınız mı? Tüm çocuklar, Gonca’nın sorduğu soruları hatırladı. Seçkin Dede’nin rehberliğinde çocuklar ve Esra Öğretmen yürümeye başladılar, öğle yemeklerini yiyecekleri; Marmaraereğlisi Açık Hava Müzesine vardılar. Bu müzede Perinthos ve Herakleia antik kentlerinden çıkarılan, lahit (mezar taşları) ve sütunları gördüler müzede bulunan bir kamelyanın içerisinde hazırlanan masayı gördüler. Masada, antik kentler döneminde yenilen yemekler (kuru incir, zeytin, peynir, zeytinyağı, arpa ekmeği) vardı. Yemekler yine o döneme ait tabakların içine koyulmuştu. Yemekler afiyetle yenip bitti. Seçkin Dede açıklamalarına devam etti.
- O dönemlerde insanlar, bizim yediklerimizle besleniyorlardı. Hepsi doğal olduğu için çok sağlıklıydı. Bu ürünleri üreten çiftçiler vardı ürünlerini satıp para kazanıyorlardı. Burada gördüğünüz mezar taşları, buraya başka şehirlerden geliyordu. Mezarların üzerindeki yazı ve şekiller, buradaki sanatçılar ve taş ustaları tarafından şekillendiriliyordu. Onlarda paralarını bu işlerden kazanıyorlardı. Balıkçılar vardı. Sporcular vardı. Düzenlenen olimpiyatlarda yarışıyorlardı. Birazdan gideceğimiz stadium, bu sporcuların yarıştığı yerlerdi. Stadiuma gittiğimizde sorularınızı orda cevaplarım. Tekrar stadiuma doğru yürüdüler. Seçkin Dede durduğunda eski bir duvarın önüne gelmişlerdi. Yusuf, hayran hayran duvara baktı ve ardından sorusunu sordu.
- İnsanlar nerde oturuyormuş? Seçkin Dede, tüm çocuklara dönüp Yusuf’un sorusunu tüm çocuklarla paylaştı.
- Yusuf arkadaşınız; “Stadimun izleyicileri nerde oturuyor?” diye sordu. Bu soruyu dilerseniz, o dönemin sporcularından Rodoslu Leonidas’a soralım. Büyük boşluk alandan; üzerinde sadece bir omzundan aşağı doğru inen, beyaz bir bez ve beyaz bir şort vardı. Atletik vücudu ve büyük kasları dikkat çekiciydi. Koşarak çocukların önüne kadar geldi.
- Ben Rhodos’lu Leonidasbu stadiumda 12 kez birinci oldum. Koşu alanında olimpiyatlara katıldım. Bu stadiumda 25 yıl olimpiyatlar düzenlendi. Bana sorusu olan var mı? Yusuf biraz önce sorduğu soruyu tekrarladı.
- İnsanlar nerede oturuyordu? Leonidas, bu soru karşısında gülümserken cevabını verdi.
-Stadiumun Türkçe anlamı; ayakta kalmak. Aslında biz yarışırken bizi izleyenler oturmuyordu. Ayakta izliyorlardı. Bu yüzden buranın adı stadiumdu. Ayakta olsa insanlar şuralarda (eliyle duvarın üstünü göstererek) izliyorlardı. Leonidas, cevabını verdikten sonra Gonca yeni bir soru sordu.
- Hangi spor dalları vardı? Leonidas, bu soruyu bekliyormuş gibi hemen cevap verdi.
- Koşu, güreş, boks, uzun atlama, atletizm gibi birçok alanda sporcular yarışırdı. Çocuklar sizle daha fazla vakit geçirmek istedim ama antrenman yapmam gerekli. Sizlerde spor yapın spor sağlığınız için çok önemli. Leonidas koşarak uzaklaştı. Tüm çocuklar Leonidas’a el salladı. Cenk Ozan’ın yanına geldi.
- Ozan ne düşünüyorsun sence zaman makinesi nerede? Ben hala bir ipucu bulamadım. Ama artık zaman makinesinin var olduğundan eminim. Sen bir ipucu bulabildin mi? Ozan, bir şeyi fark ettiğini düşünüyordu. Hemen Cenk ile paylaştı.
-Büyük İskender, Yusuf’un babası Cihan Amca’ya benzemiyor mu? Ben çok benzettim. Cihan Amca tiyatro oyuncusu değil miydi? Bence Büyük İskender’in yerine geçmiş olabilir. Cenk, Ozan’ın düşündükleri konusunda emin değildi. Hem böyle bir şey olursa, zaman makinesi fikri tamamen gerçekliğini kaybedecekti.
-Ben pek benzetemedim. Benziyorsa da sadece benzerlik. Cihan Amca İskender rolü yapmak için buraya neden gelsin? Ozan Cenk ile aynı fikirde olmadığını düşünüyordu. Cihan Amca’yı en iyi tanıyan Yusuf olmalı… Ozan, Yusuf’un yanına doğru geldi. Yusuf’a sordu:
- Yusuf, Büyük İskender babana çok benzemiyor mu? Yusuf Ozan’ın sorusu karşısında şaşırmıştı. Çünkü aynı şeyi Yusuf’ta düşünmüştü.
- Ozan, ben de aynı şeyi düşündüm ama babam İstanbul’da oyun provası vardı. O yüzden babam olamaz Büyük İskender. Yoksa Büyük İskender benim büyük büyük büyük dedem mi? Ozanın kafası çok karışmıştı. Zaman makinesi var mıydı yok muydu? Bu sırada Seçkin Dede konuşmaya başlamıştı.
- Evet, çocuklar şimdi son durağımıza gidiyoruz. Son olarak antik tiyatroyu ziyaret edeceğiz. Bu sefer yolumuz uzun, ama güzel bir yoldan gideceğiz. Aynı zamanda birazcık tehlikeli bir yol. Yürüyüşlerine devam ederken toprak bir yola geldiler. Yolun bir tarafı uçurum ve uçurumun sonu deniz. Diğer taraf ise alçak bir tepeydi. Kısa bir süre sonra antik tiyatroya vardılar. Antik tiyatronun, oturma yerlerinde bulunması gereken taşlar yoktu. Sahnesinde de taşlar yoktu. Ama bir tiyatro olduğu çok belliydi. Çocuklar, sanki bir tiyatro seyircisi gibi izleyicilerin yerlerine oturdular yorulmuşlardı. Hem dinleniyor hem de eski dönemleri düşünüyorlardı. Bu sırada büyük bir gürültüyle Alius, Büyük İskender, Rodoslu Leonidas sahne olan yere geldiler. Perinthos ile ilgili bir tiyatro oyunu oynuyorlardı. Çocuklar hayranlıkla bu oyunu izlediler. Oyun bittikten sonra kostümlerini çıkardılar, aslında hepsi tiyatro oyuncusu olan; Yusuf’un babası ve arkadaşlarıydı. Cenk ve Ozan, zaman makinesi hakkında hayal kırıklığına uğradıklarını düşünüyorlardı. Ozan, Cenk’e işaret ederek kendisini takip etmesini istedi. Koşarak Seçkin Dede’nin yanına gittiler. Seçkin Dede o sırada Cihan Bey ve arkadaşlarını kutluyordu. Cenk dedesine dokunarak soru sormak için izin istedi.
- Dede, Cenk ve ben senin zaman makinen olduğunu düşünüyorduk. Çünkü tarihle ilgili çok fazla bilgin var. Zaman makinesi ile tarihi devirlere seyahat ettiğini düşünüyoruz. Doğru mu? Seçkin Dede ve Cihan Bey bu soru karşısında gülümsediler. Seçkin Dede eğilerek Ozan’ın göz hizasına gelerek soruyu cevapladı:
- Ozancım, filmlerde olan her şey gerçek olmaz. Bazen kurgu yaratmak için gerçek hayatta olmayan şeylerde filmlerde olabilir. Gerçek hayatta, zaman makinesi yok. Cihan Bey’de bu açıklamadan sonra bir şeyler ekledi.
- Deden haklı. Bizde tiyatro oynarken bazen gerçek hayatta olmayan şeyleri oynuyoruz. Bugün de gerçek olmayan karakteri oynadık. Tarih hakkında bilgili olmak için çok fazla kitap okumak, eğitim almak, araştırma yapmak gerekir. Bu açıklamadan sonra, Ozan ve Cenk anladılar ki tarihi öğrenmeleri için zaman makinesi değil, kitap okumayı, araştırma yapmayı, kullanmaları gerekli. Cihan Bey ve arkadaşları, sahneden inip çocukların yanına geldiler. Tekrar tanıştılar. Bu sefer gerçek isimlerini söylediler. Şarkılar söylediler. Büyük İskender’den, Alius’dan, Rodoslu Leonidas’dan hikayeler dinlediler. Esra Öğretmen; Seçkin Dede’ye, Tiyatro oyuncularına çok teşekkür etti. Ozan ve arkadaşları rüya gibi bir gün geçirmişlerdi. Birçok sorunun cevabını, tarihin önemli karakterlerinden öğrendiler. Birçok bilgiyi öğrenmek için de sabırsızlanıyorlardı. Çok meraklandılar. Bu günden sonra yapacakları işler o kadar çoğaldı ki. Tiyatro izlemek, tiyatro oyununda oynamak, tarihi kahramanları öğrenmek, araştırma yapmak, kitap okumak, antik kentleri ziyaret etmek…Bunları yapmak için çok çalışmaları gerektiğini biliyorlardı.
Okunma Sayısı : 1333